KLİŞE BİR ERGEN DİZİSİ Mİ, YOKSA DAHİCE BİR SİSTEM ELEŞTİRİSİ Mİ?
**DİKKAT! YAZI SPOILER İÇERMEKTEDİR**
Mr.Robot, Sam Esmail tarafından kaleme alınmış, Amerikan psikolojik
gerilim-dram televizyon dizisidir.
USA Network tarafından 24 Haziran 2015 tarihinde yayına
başlayan dizinin pilot bölümü online olarak VOD servisleriyle 27 Mayıs 2015'te yayınlanmıştır.
Bilişim dünyası ile yakından ilgili olan/olmayan herkesin ilgisini çekmiş, ses
getirmiştir.
Mr.Robot’un
pilot bölümünün yönetmen koltuğuna “Ejderha Dövmeli Kız”ın orjinal versiyonunun
yönetmeni olan Niels Arden Oplev oturdu. Sonraki bölümler için farklı
yönetmenlerle çalışıldıysa da İskandinav sinemasının son yıllardaki atağından
ve ivmesinden yararlandığı söylenebilir.
Mr.Robot,
öylesine ses getirdi ki dizinin akışına ve anlatılanlara kendilerini
kaptıranlar bir tarafa dursun, bir o kadar da diziden tiksinen bir kitle
oluştu. Gerçi her marjinal eserin makus kaderi ya tapılmak ve yoğun seviyede
takdir edilmek ya da kınanmak, acımasızca eleştirilmek ve nefret edilmektir.
Peki Mr.Robot’dan kim, neden nefret ediyor, kim taparcasına bağlanıyor? Gelin
diziyi inceleyelim ve kararı sizlere bırakalım.
**Yazının
bundan sonrası yoğun spoiler içermektedir**
Dizinin
ana karakteri (aslında anti-karakteri) Elliot Alderson (Rami Malek), gündüzleri
All-Safe Cyber-Security adlı firmada bilişim güvenliğinde çalışan alt düzey bir
teknisyendir. Geceleri ise toplumsal ahlaki kurgu ve doğruları koruyan bir
“Hacker”. Elliot, sosyal anksiyite sorunu yaşayan ve yalnızlıkla boğuşan,
psikolojik olarak ziyadesiyle sorunlu bir genç. Kendini yatıştırmak adına
morfin kullanıyor ve sürekli bağımlı olmadığını kendine empoze etmeye
çalışıyor. Tam da bu noktada klişe kalıplar çıkıyor karşımıza. Elliot; bir
yandan pedofil içerik sağlayıcılarıyla mücadele ediyor, psikoloğunun erkek
arkadaşının evli olduğu foyasını ortaya çıkartıyor (ahlaki açıdan doğru yoldan ilerliyor), bir yandan uyuşturucu
kullanıyor, hacker’lık yapıyor. (ahlaki
açıdan zıddı bir performans sergiliyor) Elliot karşımıza tam bir
anti-kapitalist söylevle çıkıyor ve tüketim piyasasının hemen hepsini ele geçirdiği
anlatılan hayali bir E-Corp (dizide Evil
Corp / Şeytan Firma) kurumunu yok etmek istiyor. Daha doğrusu bunu isteyen
Christian Slater (Mr. Robot) tarafından “F-Society”
adlı bir hacker grubuna dahil ediliyor ve kısa zamanda bu fikri benimsiyor.
Elliot’un psikoloğu ile yaptığı terapide iç sesiyle verilen monologda, Steve
Jobs’u, Apple’ın taşeron üretimini yapan Foxconn’daki çocuk işçileri, sistemin
kahraman olarak göz önüne çıkarttığı Lance Armstrong ve Bill Cosby gibi
değerler için sarf ettiği yıkım sözleri gerçekten izlenmeye değer. (Bilindiği
üzere L.Armstrong kansere yakalanmış ve yenmişti. Ardından yapılan doping
testleri pozitif çıkınca tüm kupaları elinden alınmıştı. Bill Cosby ise bir
dizi taciz suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştı.)
Şimdi kısa bir ara verelim ve o efsane
diyaloga bakalım;
Psikolog (P) :
Toplumda seni bu kadar hayal kırıklığına uğratan şey ne?
Elliot Alderson (EA) : Bilemiyorum. Hepimiz çocukların sırtından milyarlar kazandığını bilmemize rağmen, Steve jobs'ın harika biri olduğuna inanmamız mı? Ya da belki tüm kahramanlarımızın sahte olduğunu hissetmemizdir. Dünyanın kendisi bile büyük bir aldatmaca. Birbirimizi fikir gibi maskelediğimiz saçmalıklarla doldurmaktan, sosyal medyada samimiyet taklidi yapmaktan başka ne yapıyoruz? Yoksa buna oy verdiğimiz için mi? Hileli seçimlerimizden değil ; mal, mülk, paramızdan bahsediyorum. Yeni bir şey söylemiyorum. Bunu neden yaptığımızı biliyoruz. Açlık oyunları romanının bizi mutlu ettiği için değil, uyuşturulmuş olmak istiyoruz diye okuyoruz. Çünkü bu gerçek bir acı, kendimizi kandırmayalım, çünkü biz korkağız.
Toplumu s****m...
Şimdi size kapitalizm karşıtı,
psikolojik sorunlar yaşayan, gündüzleri sıradan bir çalışan olup da, geceleri
devasını yeraltı örgütlerinde arayan bir profil çizsem, hedefinde de dünyanın
en büyük holdingi ve emek taciri firma var desem aklınıza hangi yapıt gelir?
Düşünelim... Elbette... Fight Club. 1999’da Fight Clup
hayatlarımıza girdiğinde bir çoğumuz henüz çocuktuk. Fight Club’ı ilk
izlediğimde dövüş filmi sanmıştım, sonra bana süper bir aksiyon filmi izlenimini
vermişti. Sonraki yıllarda izledikçe manasını ve mesajlarını daha iyi kavramaya
başlamıştım. Elbette bu; mesajın iletildiği yaş ve bilinç ile doğru orantılı.
Yıllar sonra Mr. Robot’u izlemeye başladığım an; Fight Club’ı gördüm. Fight
Club’da Edward Norton sigorta şirketinde çalışıyordu, insomnia’ydı (uyku
bozukluğu) , tepkisi kapitalizmeydi, çaresi sabun imalatıydı, ortağı ise...
HAYAL’di... Mr.Robot’a baktığımda ise Rami Malek siber güvenlik firmasında
çalışıyor (bir nevi sigorta firması denebilir (check 1) , tepkisi kapitalizm
(check 2), çaresi hacker’lık (yöntem elbette farklı ama hedef aynı)... Sıra
geldi ortağa... Bu kısma birşey yazıp sizi dağıtmak istemiyorum. Bu kısım böyle
kalsın.
Bir diğer Hollywood klişesi daha takıldı
gözüme. Merak ediyorum neden Hollywood çocukluk arkadaşına meftun olup da
açılamayan ve buna karşın, kızın erkek arkadaşıyla arkadaş olmak zorunda olan karakterlerle dolu? Böylesi daha mı sempatik
geliyor bize? Ya da mağdur ama mağrur olana sevgimiz artıyor ve onu daha mı
fazla içselleştiriyoruz? İçselleştirdikçe karakteri daha fazla benimsiyor,
yaptığıyla çoşuyor, çoştukça gaza geliyor ve gaza geldikçe öfkemizi mi daha
fazla atıyoruz?
Fight Club’ı izlediğimde malum “kendin
taşı, kendin kur, soru soracak muhattap bile bulama mobilya ve ev eşyası mağazasına”
gıcık olmuştum. Film beni duygusal olarak o markaya karşı doldurmuştu. Halbuki
o yıllarda Türkiye’de o firma yoktu bile. Türkiye’ye geldiğinde ne oldu peki?
Fight Club’ı defalarca izlemem, verilen mesajları sindirmem, benim o efsanevi
sarı lacivert kapıdan içeri girmemi ve kağıttan yapılmış ev mobilyalarını kendi
başıma kurmamı mı engelledi? Ben yine o mobilyaya 799,99 TL verdim, yine geldim
kendim taşıdım, kendim kurdum. Demek ki sistem eleştirisi bu kadar kolay
olmuyor, değil mi? Fight Club neyse Mr.Robot da odur. Mr.Robot yeri gelir
Apple’ı kasteder, yeri gelir Dell’in logosunu kullanır, yeri gelir banka ve
ağır sanayideki emek sömürüsüne söver, geçirir. Sövmelidir de. Düşünün ki
alenen verilen tüm bu mesajlar ve alttan alta yanan, anti-kapitalist savlar
dahi tüketici alışkanlıklarımızı değiştirmeye yetmiyor... Bir de bunları öven
yapımlar var. En azından tarafını belli ediyor bu filmler, diziler.
Başta Rami Malek’in oyunculuğu ile
ilgili çok eleştiri okudum. Şahsen bunlara katılmıyorum. Elliot zaten donuk ve
sönük bir karakter. Zaten sorunlu bir tip. Toplumdan dışlanmış ve içine
kapanmış bir birey, cast’ta Rami Malek yerine sönük ve durgun değil de, 68
kuşağı “Çiçek Çocukları” gibi ışıl ışıl neşe ve heyecan dolu bir oyuncu olsaydı,
ya da Rami Malek Elliot’ı böyle canlandırsaydı daha mı mutlu olacaktı insanlar?
Bence inandırıcılığını yitirecek, sunileşecekti. Böylesi daha iyi. Gelelim
Christian Slater’a. Açık konuşmak gerekirse, hiç bir zaman Slater’ı yeri
dolmayacak büyük bir aktör olarak görmedim. (tıpkı
Ben Affleck gibi) Görmemi gerektirecek bir performansı da bence olmadı. Bence
herkes Slater’ın günün birinde bir Robin Williams veya Tom Hanks olamayacağını
da biliyor. Öte yandan, Mr. Robot dizisindeki yeri de ona Tom Hanks’liği
gerektirmiyor. Daha çok giriş çıkış yapan bir karakter. Bu bağlamda Fight
Club’taki Brad Pitt’in üstlendiği sorumluluktan daha az bir yapısı var
diyebilirim. Cast’ta yer alan diğer oyuncular içerisinde parantez açılması
gereken kişi Tyrell Wellick rolüyle Martin Wallström. Tyrell Wellick, E-Corp’un
üst düzey yöneticisi konumunda. Dizide de gerçekte olduğu gibi İsveç kökenli.
Rolünü de genetiğinden aldığı alt yapıyla büyük bir soğukkanlılıkla çoğu zaman olması
gereken yerde buz gibi bir oyunculukla kimi zaman da fişek gibi yükselerek ateş
gibi sergiliyor.
Peki sevenler neleri seviyor?
Sistem eleştirisinin alt yapısını ele
alırsak, karşımıza teorik anlatımla ilk olarak Pareto İlkesi çıkar. “Pareto
İlkesi” kısaca; bir ülke / grup gibi sosyal kümenin elinde bulundurduğu tabii
ve ekonomik kaynakların %80’ninin nüfusun %20’sine, kaynakların %20’sinin ise
nufüsun %80’nine dağıtılması ilkesidir. Aslında bu ilkeden ziyade bir
gözlemdir. Buna aynı zamanda “Şampanya Bardağı Etkisi”de denir. Güç yasası ilişkisinin büyüklükle değişmeyen doğası nedeniyle, bu ilişki
gelir sınıflarının diğer alt kümelerinde de geçerlidir. Dünyanın en zengin on
insanını bile düşünsek, görüyoruz ki en yüksek üçü (Warren Buffett, Carlos Slim
Helú ve Bill Gates) diğer yedisinin toplamı kadar mal varlığına sahiptir.
Pareto ilkesinin oranları günümüzde
sosyal hayatta bir takım değişikliklere uğramıştır. Occupy Wall Street’de
başlayan “%99 > %1” ve “Biz %99’uz” sloganları da aynen bununla ilintilidir.
Arap Baharı’ndan etkilenen OWS protestocuları nüfusun %1’nin kaynakların
%99’unu kontrol ettiğini , öte yandan nüfusun %99’unun kaynakların %1’ine tamah
etmek zorunda bırakıldıklarını savunuyor ve protesto ediyorlardı.
İşte böylesi bir siyasi alt yapı
üzerinde Mr.Robot arkasına geniş katılımlı Occupy Wall Street gençliğini almaya
gayret gösteriyor. Anti-demokratik uygulamaları protesto eden Gezi Gençliği de
bu diziyi belki bundan çok tutuyor. Çünkü duruşu, söylevi, eleştirisi sabit bir
noktaya çevrilmiş durumda. Kişiyi haklarından mahrum eden, bireyi köleleştiren,
toplumda yalnızlaştıran, bencilleştiren, ahlaki açıdan yozlaştıran “güncel”
düzen çoğu zaman gündelik akış içerisinde hepimizi öylesine kör ediyor ki,
etrafımızdaki oyunu görmezden geliyoruz. Altı kısık ateşte yavaş yavaş
kaynatılan kurbağalar gibi mayışmış, sefa yaparken, körün gözüne parmak
basıldığında rahatsız oluyoruz. Belki, görmek veya duymak istemiyoruz
gerçekleri. Mr. Robot’un bir yanı klişelerle dolu Hollywood yapımı bir dizi,
diğer tarafı uğruna can verdiğimiz özgürlükler ve bireysel haklarımız.
Madalyonun bir tarafında Hollywood olduğunda klişelerin olmasına da çok
takılmamak gerekiyor belki de. Neticede bu eser de eninde sonunda ticari bir
yapım ve eleştirdiği düzen içerisinde var olmak zorunda. Hedef kitlesini 14-25 yaş
bandına alırsa, ikinci,üçüncü ve dördüncü sezonları garanti altına alabileceğinin
de farkında. Bunu yaparken ödemesi gereken diyet de belki de bu “Cheesy”
(kaşarlanmış) başlıktan başlayan klişeler dizisi. Ama alt metnine Fight
Club’daki gibi derinlemesine inerseniz, boylu boyunca yatan mat renkli
gerçekleri görebilirsiniz. Neticede aslolan, özünde anlattıkları, kurgudaki
karakterlerin ilişkileri değil.
En sevdiğim sahnelerden biri de Elliot’un
4.bölümde yaşadığı halüsinasyon sahnesi. Bu sahnede Elliot’ın balığı QWERTY (Q
klavyenin dizilimdeki ilk 6 harfidir) ile yaptığı konuşma efsanedir. Qwerty
hayatının monotonluğundan, aynı akvaryumun içerisinde dönüp durmaktan şikayet
etmektedir. Elliot, balığın konuşmasına mı şaşmalıyım, şikayetine çözüm mü
bulmalıyım ikilemini yaşar ve balığa ne yapabileceğini sorar. Qwerty ise
yükselerek “BENİ KAHROLASI CAMIN ÖNÜNE KOY!” der. Biraz durup
düşündüğünüzde Qwerty’nin hayatının çoğumuzdan farklı olmadığını görürürüz. Sabah
kalkar banyo yaparız, giyiniriz, traş oluruz, servise / araca biner işe
gideriz, ay sonunu bekler (işinizin sahibi de olsanız bu kurgu değişmez),
yaşayıp gideriz. Yılda iki hafta zincirler çözülür ve deli danalar gibi koştura
koştura tatillere gideriz. Yarım gün içinde Vatikan’daki 1500 yıllık tarihi
hızlıca görmek ve Collesseum’daki ekstra tura katılmak adına acele etmek
zorunda kalırız. Alelacele tükettiğimiz tatilden sonra döngümüze yeniden döneriz
ve mutlu rolü yaparız. Kimimiz de bu rolü yapamaz. Kimimiz Elliot olur, kimimiz
Cornelius, kimimiz Tyler Durden, kimimiz Mr. Robot... Bazıları ise Kim
Kardashian veya Dan Bilzerian olmayı hayal ederler ve mutlu olurlar. Ve
eleştirirler eleştirenleri...
Karar sizin. Sevin veya sevmeyin,
Mr.Robot kült bir yapımdan etkilenerek bir takım mesajlar verme niyetiyle bu
pazarda yerini aldı ve ikinci sezon anlaşması yapıldı bile. Sevenlere ve
takipçilerine duyurulur...
Kısa Kısa Trivia :
·
Dizinin ilk bölümünde Elliot’un
psikoloğunun sevgilisi ile buluştuğu cafe’nin adı Pierre Loti’dir.
·
Aynı sahnede Elliot’un kendisini takip
ettiğini düşündüğü kişilerin oturduğu dükkan ise Güllüoğlu Baklavacısı’dır.
(düşünün koca New York’ta!!!)
·
Dizinin ilk sezonunun bölüm isimlerinin
tamamı, video format uzantısı ile biter. (.mov , .mkv , .mp4 vb)
·
Tyrell Wellick ve Joanna Wellick
aralarında İsveçce ve Danimarkaca konuşmaktadırlar.
·
E-Corp’un logosu DELL ‘in logosundaki
“E” harfiyle aynıdır.
·
Dizideki tüm karakterler Windows harici
işletim sistemleri kullanmaktadır.
·
Elliot’un balığının adı QWERTY’dir.
Qwerty (Q klavyenin ilk 6 harfidir)
·
Dokuzuncu bölümün sonunda çalan müzik,
Fight Club’un son sahnesinde çalan müzik ile aynıdır. *Pixies – Where is my
Mind?* (Selam Çakma tabir edilir)
·
Dizi tam bir “hush-hush” senaryo
yapısındadır. Yani oyunculara senaryo önceden teslim edilmez, sadece kendi
sahneleri dağıtılır, kendi sözleri ezberletilir, oyuncular konunun bütünü ile
çekim esnasında karşılaşırlar ve bu sayede verdikleri tepkiler daha doğal olur.