16 Aralık 2011 Cuma

SOSYAL MEDYA, SOSYAL PRANGA...



Yeniden merhaba... Bugün yine birşeyi fark ettim. Daha doğrusu üzerine konuşacağım konu, bana bu hususu fark ettirdi. Önerme şu; “Sosyal Medya’nın bizi zamanla nasıl asosyal yaptığı ve elbette doz aşımının en ufak nöronlarımıza kadar bizi nasıl zaptettiği”. Günlük ve gündelik hayatınızı gözden geçirin. Her gün ne kadar süreyle Facebook, Twitter, YouTube, Friendfeed vb sitelerde zaman geçiriyorsunuz? Bu siteleri ne kadar sık aralıklarla “refresh” yapıyorsunuz? Sürekli akışı seyretmek ve sürekli güncel kalmaya çalışmak bizi ne kadar hırpalıyor(muş) meğer bir bilseniz... Ben de yeni öğrendim ve paylaşmak istedim...

Bakın “sosyal medyacılığın” aşırılığının direkt olarak davranışlarımıza, bünyemize ve benliğimize etkilerinden bazıları...




1. Dikkat eşiğinin gözle görülür derecede düşmesi. Ortalama bir insanın; bir işe, bir olaya dikkatini yoğunlaştırma süresi sadece 5 saniyeye düştü. Bu rakam on sene önce 12 dakikaydı!!! (demek ki MIRC ve ICQ, görüldüğü kadar vahim değilmiş  ) Bu inanılmaz bir düşüşe delalet... Sosyal medya bağımlılarının %25’i arkadaşlarının, dostlarının ve hatta yakın akrabalarının bile ismini unutur oldu. Hatta ve hatta %7’si kendi doğum günlerini bile hatırlayamıyor. Sadece Birleşik Krallık’ta (ki sosyal medyanın en yaygın kullanıldığı pazarların başında geliyor) yılda 1.6 Milyar Pound’luk zarar, sosyal medyaya bağlı olan unutkanlıktan ve dikkat dağınıklığından kaynaklanıyor.



2. Twitter’ın 140 karakteri bizi o kadar kısa kısa düşünmeye ve konuşmaya yönlendirdi ki; artık beynimiz, işlemleri parçalar halinde ele alıp, bütünlük algısından kendisini sıyırıyor. Bu da “multitask” denilen eşgüdümlü işlerin başarısını muazzam ölçüde düşürüyor. Günlük ve sıradan bir sosyal medya bağımlısı ofis çalışanı mail kutusunu saatte 35-40 kez kontrol ediyor. Bu neredeyse 1,5 dakikada bire tekabül ediyor. (ve itiraf ediyorum; hiç yoksa ben de maillerimi en fazla 3 dakikada 1 kontrol ediyorumdur, kaldı ki zaten outlookumun gönder-al süresi 5 dakikaya kurulu olsa bile hiçbir zaman otomatik gönder al yapamıyor çünkü ben hep manuel olarak gönder-al yapıyorum) Her gün 500.000.000 (beş yüz milyon) insan Twitter’a bağlanıyor. (Dünya nufüsunun 1/14’ü) 12 milyon twitter kullanıcısı 64’den fazla, 1,5 milyon twitter kullanıcısı 511’den fazla kişiyi düzenli olarak takip ediyor. Ayda 700.000.000.000 dakika (700 milyar dakika) facebook’a heba ediliyor. 700 milyar dakikada neler yapılabileceğini düşünsenize? Facebook kullanıcıları her gün 20.000.000 (20 milyon) saçma sapan Farmville, Cartville, Shitville, Garden of Zart Zurt, Poker of Asshole gibi uygulamalar yüklüyorlar hesaplarına ve bu onların facebook hesaplarında daha fazla zaman geçirmelerine ve kademeli olarak daha da bağımlı olmalarına yol açıyor. Facebook kullanılarının %41.6’sı cep telefonlarından da online olmaya başladı. Yani söz konusu cep telefonu facebook kullanıcıları; potansiyel bir kafede, belki sıkıldığı film esnasında sinemada, otobüste, başka bir değişle imkanı olduğu her yerde belki en son 25 sene önce gördüğü ilkokul arkadaşının duvarına “Harika gözüküyorsun Çiğdem’cim, inanılmaz güzelsin...” veya “Doğum günün kutlu olsun panpişimmmm!!!” yazdıktan sonra, suratını Sulugöz sakızı çiğnemişcesine (buarada eğer Sulugöz sakızını hatırlıyorsanız, yaşlanmışınızdır demektir!!!) buruşturup “Yavşak Bülent...” diye iç geçiriyor.





3. Sosyal medya kullanımının vücudumuzda kimyasal tepkiler yarattığı da bilinen bir gerçek. “Oxytocin” adlı bir kimyasal; sosyal ilişkilerdeki güven ve empati dengesini düzenliyor. Öte yandan aynı hormon (sanıyorum benliğimiz sosyal medyaya göre evrimleşmediği için) çevrimiçi arkadaşlıklarda da salgılanıyor. Bu da web tabanlı ilişkilerde fazladan “güvene” sebep oluyor. Halbuki yüzünü bile görmediğin bir insana bu yüzyılda nasıl güvenebilirsin ki? Bir diğer örnek “adrenalin”. Adrenalin; çevremizde olan ve 5 duyu organızın herhangi biriyle algıladığımız ani değişimlere vücudun tepki vermesini sağlar. Ve twitter’daki yoğun akış, vücudunuzun düzenli aralıklarla adrenalin salgılamasını sağlıyor. Elbette bu da uzun vadede sizi adrenalin bağımlısı yapıyor.

Peki bunları yazmak, benim sosyal medyaya karşı olduğum çıkarımını mı sağlar? Elbette hayır! Ben sosyal medya karşıtı değilim. Sadece; gerçek hayatlarımızdan bu denli kopmamamız gerektiğini savunuyorum.

İnsanlar sadece sosyal medya ile köleleşmiyor. WOW, Second Life vb online oyunlar da insanları hayal ettikleri süpersonik hüvviyetler kazandırıyor. Tabii ki bu; bir elinde birası, ağzında sigarası, göbeğinde külleri ve alnında sivilceleri olan obez Amerikalılar için ideal bir yol olabilir. Ama lütfen siz onlardan olmayın. Suretler filmindeki gibi ezikler dünyasında yaşamak istemiyorum. Gün gelip suretlerin; insanlara “et çuvalı” demesini de arzu etmem. Bunun ayrımı da hayattan ve “hayatın kendisinden” insan olarak haz almakla sağlanıyor bence. Yani sinemadaysan, filmini izle be hey savruk, Iphone ile “feys” e girme işte, şiştiysen çık git salondan ama şişirme kendini “feys güncellemeleriyle” . Ya da otobüsteyken ya izle etrafını yüzyılın romantiği gibi ya da oku iki satır, çalıştır hoyrat kullandığın hayrat tabanlı beynini.

Özetle olay ölçüde bitiyor. ÖLÇÜ...Ölçüyü tutturduktan sonra herşey mübah. İçkinin de, seksin de, dinin de, siyasetin de, internetin de fazlası ZARAR... Tüm mesele bu. Bağımlı olmayın, bağımsız kalın... Herşeye... “FEYS” dahil ergenler, feys dahil...

Sağlacakla...